Esma Sultan Yalısı

Esma Sultan Yalısı

Esma Sultan Yalısı, Boğaz’ın nabzını tutan kıyıda; zamanın içinden süzülen bir melodidir.. Hem geçmişe hem geleceğe bir bakış, bir hatıradır.

Boğaz’ın serin kıyılarında zamanla yarışan bir zarafet yükselir: Esma Sultan Yalısı. Kızıl tuğlaları güneşin son ışığıyla alev alev yanar gibi parlar, geçmişin sessizliğini bugünün kalabalığına fısıldar. Ortaköy’ün kalbinde, bir yanda köprünün modern çizgisi, diğer yanda caminin zarif siluetiyle bu yapı, tarihle çağdaşlığın iç içe geçtiği eşsiz bir kesitte durur. Rüzgârla dans eden ağaçların gölgesinde ve dalgaların ritmik dokunuşları arasında Esma Sultan’ın ismi yankılanır. Her taşında bir hatıra, her penceresinde bir bakış gizlidir.


Esma Sultan Yalısı’nın Tarihi

Esma Sultan Yalısı, İstanbul Boğazı kıyısında Ortaköy’de konumlanmış tarihi bir sahil sarayıdır. Adını Osmanlı Sultanı Abdülaziz’in kızı Esma Sultan’dan (1873-1899) alan yalı, 19. yüzyılın ikinci yarısında ünlü mimar Sarkis Balyan tarafından neoklasik üslupta inşa edilmiş ve 1889 yılında Esma Sultan’a düğün hediyesi olarak sunulmuştur. Halk arasında yapının Esma Sultan için yaptırıldığı söylense de son araştırmalar, yalının aslında 1849 yılında dönemin tanınmış tüccarlarından Sarraf Maksud tarafından yaptırıldığını ve 1900 yılında Osmanlı hazinesi tarafından bu aileden satın alınıp Esma Sultan’ın oğullarına tahsis edildiğini ortaya koymaktadır. Bu gelişmeden sonra yapı, Esma Sultan Yalısı adıyla anılmaya başlanmıştır.


Genç yaşta hayatını kaybeden Esma Sultan’ın 1899’daki vefatının ardından, yalı Sultan II. Abdülhamid tarafından kız kardeşi Cemile Sultan’a verildi; onun ölümünden sonra ise Sultan V. Murad’ın kızı Fatma Sultan yalının yeni sahibi oldu. 1915 yılına kadar Osmanlı hanedanının mülkiyetinde kalan yalı, imparatorluğun son döneminde el değiştirdi. I. Dünya Savaşı sonrasında, 1918’den itibaren bir Rum okulu olarak hizmet veren yapı, 1920’lerde büyük bir yangın geçirdi ve 1922’den itibaren tütün deposu olarak kullanılmaya başlandı. 1952 yılında Saffet Baştımar tarafından satın alınan yalı, bu dönemde marangozhane, mobilya ve kömür deposu olarak kullanıldığı için “Baştımar Yalısı” adıyla da anıldı. 1975 yılının başlarında sahipleri tarafından satışa çıkarılmak istenirken çıkan bir yangın, ahşap bölümleri tamamen yok ederek geriye sadece kagir dış duvarları bıraktı.


Uzun yıllar harap halde kalan yalı, 1980’lerde dış bahçesinde düzenlenen konser ve davetlerle bir süre daha İstanbul yaşamına tanıklık etmeye devam etti. Nihayet 1990’ların başında The Marmara Oteller Grubu tarafından satın alınan Esma Sultan Yalısı, kapsamlı bir restorasyon ve yenileme sürecine girdi. Mimar Gökhan Avcıoğlu liderliğinde yürütülen proje kapsamında, yalının tarihi dış duvarları aynen korunarak, 2001 yılında iç mekânı çelik ve cam kullanılarak modern bir tarzda yeniden inşa edildi. Böylece yalı, 2001 yılında çok amaçlı bir buluşma ve etkinlik mekanı olarak tekrar kapılarını açtı. Günümüzde Esma Sultan Yalısı, geçmişin izlerini modern dokunuşlarla harmanlayan eşsiz atmosferiyle çeşitli davet, düğün, toplantı ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapan seçkin bir mekân olarak hizmet vermektedir.


Esma Sultan Yalısı’nın Mimarisi

Esma Sultan Yalısı, boyutları, kullanılan malzemeleri ve yönlenişi bakımından geleneksel Boğaziçi yalı mimarisinden farklı, adeta küçük bir sahil sarayı niteliğinde heybetli bir yapıdır. İki ana kat ve bir çatı katından oluşan yalının yaklaşık 884 m² kullanım alanı, çevresinde ise 4.030 m² büyüklüğünde geniş bir bahçesi vardır. Yalı dışı kagir (tuğla), içi Bağdadi ahşap teknikle inşa edilmiştir. Deniz cephesinde üç pencereli çıkmalar yapan büyük salon, yapının merkezinde konumlanır ve iki yandaki odalarla birlikte orta sofaya açılır. Bu plan düzeninin ortasında, ziyaretçileri üst katlara taşıyan görkemli bir ana merdiven yer alır.


Yalının cephe tasarımında simetri ve neoklasik üslup hakimdir; çıkmaların üzerinde yükselen üçgen alınlıklar, ritmik dizilen dikdörtgen pencereler ve katları ayıran dekoratif silmeler cephelere zarif bir hareket kazandırır. Dönemin batılılaşma etkilerini yansıtan bu mimari üslup, yalının Boğaz kıyısındaki konumuyla birleşerek yapıya hem zarif hem de görkemli bir karakter vermiştir.


1975’te meydana gelen yangın sonrasında uzun süre sadece dış duvarları ayakta kalan yapının restorasyonu, mimari açıdan yenilikçi bir yaklaşımla gerçekleştirilmiştir. Tarihi tuğla duvarlar güçlendirilip korunurken, onların iç kısmına dokunmadan hafif çelik bir iskelet ve cam panellerle yeni bir iç yapı oluşturulmuştur. Eski ile yeninin bu çarpıcı birleşimi sayesinde yalı, geçmişin ruhunu yansıtan dış kabuğunu muhafaza ederken, günümüz ihtiyaçlarına uygun çağdaş ve ferah mekânlar sunabilmektedir. Günümüz Esma Sultan Yalısı’nda alt katta bir bar ve restoran, üst katlarda ise gerektiğinde konferans veya balo salonu olarak kullanılabilen geniş etkinlik alanları yer almaktadır. Cam duvarlarla çevrili bu modern iç mekânlar, tarihi dış cepheyle tezat oluşturmayacak şekilde tasarlanmış ve Boğaz manzarasına açılan etkileyici bir atmosfere sahiptir. Sonuç olarak Esma Sultan Yalısı’nın mimarisi, tarihi doku ile modern tasarımı buluşturan örnek bir restorasyon harikası olarak anılmaktadır.


Esma Sultan Yalısı’nı Yatla Keşfetmek

Akşam güneşinin altın ışıkları Boğaz’ın durgun sularına vururken bir yatın güvertesinden Esma Sultan Yalısı’nı izlemek, insanı masalsı bir zaman dilimine taşır. Kıyıda sıralanan ışıklar birer birer yanmaya başladığında, yalının kızıl tuğladan cepheleri suyun üzerinde büyüleyici bir yansıma oluşturur. Mehtaplı bir gecede İstanbul yat kiralama ile yapılan bir Boğaz yolculuğunda, dalgaların ritmi ve hafif esinti eşliğinde bu görkemli yalı tüm ihtişamıyla sizi selamlar. Yalıdan yükselen tarih kokusu ve Boğaz’ın tuzlu esintisi, geçmiş ile bugünün iç içe geçtiği o eşsiz ânı yaşatır. Ortaköy Camii’nin zarif minareleri ve 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün ışıkları, Esma Sultan Yalısı’nın siluetiyle birlikte gece manzarasını tamamlar. Yatın hafif salınıyla ilerlerken, suyun üstünde süzülen bu tarihi yapının büyüsüne kapılmamak imkânsızdır. Esma Sultan Yalısı’nın önünden geçip giderken zaman adeta durur; çünkü Boğaz’ın kalbinde yalıdan yükselen her bir fısıltı, İstanbul’un bitmeyen hikâyesinin bir parçasını anlatmaktadır.