İstanbul'da gezilecek yerler denince akla ilk gelen tarihi mekânlardan biri Topkapı Sarayı'dır. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethetmesinin ardından inşa edilen bu saray, yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun kalbi olmuştur.
Bir dönem içinde 4 bine yakın insanın yaşadığı
Topkapı Sarayı, sadece padişahların evi değil; imparatorluğun yönetim merkezi, eğitim yuvası ve kültürel hazinesi olarak hizmet vermiştir. Günümüzde müze olarak ziyaret edilebilen saray, her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turisti ağırlamakta ve onları zamanda bir yolculuğa çıkarmaktadır.
Tarihçe
Topkapı Sarayı'nın temelleri, İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra, 1460'larda atılmış ve 1478 yılında tamamlanmıştır. Fatih Sultan Mehmet, ilk olarak bugünkü İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu bölgede Eski Saray'ı inşa ettirmiş, ardından Sarayburnu sırtlarında denize nazır bu yeni sarayı yaptırmıştır. Osmanlı kaynaklarında Saray-ı Cedid (Yeni Saray) olarak anılan Topkapı Sarayı, yaklaşık 380 yıl boyunca Osmanlı padişahlarının resmi ikametgâhı ve devlet yönetiminin merkezi olmuştur. Bu süre zarfında saray; fermanların yazıldığı, sefer kararlarının alındığı, elçilerin ağırlandığı sayısız tarihî olaya tanıklık etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman'dan Sultan Abdülmecid'e dek pek çok hükümdar bu koridorlarda yürümüş, imparatorluğun kaderini şekillendiren kararlar bu duvarların içinde alınmıştır.
18. ve 19. yüzyıllara gelindiğinde, Osmanlı yönetim anlayışındaki değişim ve Batı etkisiyle Boğaz kıyısında yeni saraylar inşa edildi. 1850'lerde Sultan Abdülmecid'in
Dolmabahçe Sarayı'na taşınmasıyla Topkapı Sarayı, padişahların günlük ikametgâhı olmaktan çıktı. Daha sonra
Çırağan Sarayı ve Yıldız Sarayı gibi görkemli yapılar da Osmanlı hanedanının kullanımına girdi. Yine de Topkapı Sarayı tam anlamıyla terk edilmedi; bir süre daha bazı saray görevlileri ve haremağaları burada yaşamaya devam etti. Osmanlı'nın son dönemlerinde hazine dairelerinin yabancı devlet adamlarına gösterilmesiyle adeta ilk müzecilik adımları atıldı. Nihayet, imparatorluğun sona ermesi ve Cumhuriyet’in kurulması sonrasında, Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle Topkapı Sarayı 3 Nisan 1924’te resmen müzeye dönüştürüldü. Kısa süreli tadilatların ardından 9 Ekim 1924'te halkın ziyaretine açılan saray, o tarihten bu yana "Topkapı Sarayı Müzesi" adıyla hizmet vermektedir. 1985 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Topkapı Sarayı, günümüzde İstanbul’un en önemli kültürel miraslarından biridir.
Mimari Özellikler
Topkapı Sarayı, tek bir büyük yapı olmaktan ziyade, yüksek surlarla çevrili geniş bir saray kompleksidir. Sarayburnu'ndaki antik Bizans akropolü üzerinde konumlanan saray alanı, kara tarafından Fatih'in yaptırdığı Sur-ı Sultani (saray surları) ile, deniz tarafından ise eski Bizans surlarıyla çevrelenmiştir. Kuruluşunda yaklaşık 700 bin metrekarelik bir alanı kaplayan saray arazisi, yüzyıllar içinde gördüğü değişimlerle bugün yaklaşık 80 bin metrekarelik bir müze kompleksi halini almıştır. Yaklaşık 1,4 kilometre uzunluğundaki Sur-ı Sultani duvarlarının içinde; birbirine ardışık şekilde dizilmiş avlular, köşkler, bahçeler ve hizmet yapıları yer alır. Bu özgün tasarım, Osmanlı'nın çadır geleneğinden izler taşıyan, doğayla uyumlu ve mütevazı bir saray mimarisine işaret eder. Avrupa'daki çağdaş saraylar gibi tek bir görkemli bina yerine, Topkapı Sarayı'nda işlevlerine göre ayrılmış birçok yapı ve avlu bulunur. Bu yönüyle saray, gösterişli olmaktan çok işlevsel ve insani ölçekli bir düzen sunar; yine de zarif çini süslemeleri, altın yaldızlı tavanları ve konumlandığı doğal yarımada sayesinde göz alıcı bir ihtişama sahiptir.
Topkapı Sarayı dört büyük avlu ve bunları çevreleyen yapılardan oluşur. İlk avlu (Alay Meydanı), Bab-ı Hümayun'dan (Saltanat Kapısı) girilen geniş bir dış avludur. Tarihte halkın belirli günlerde girebildiği bu avluda Ayasofya'ya komşu Aya İrini Kilisesi, saray mutfaklarına erzak sağlayan fırın ve odun ambarı, Darphane (Osmanlı darphanesi) gibi yapılar bulunurdu. İkinci avlu (Divan Meydanı), Babüsselam (Selam Kapısı) geçilerek ulaşılan devlet yönetim alanıdır. Bu avluda Dîvân-ı Hümâyun (İmparatorluk Divanı) toplantılarının yapıldığı Kubbealtı köşkü ve bitişiğindeki Adalet Kulesi yükselir. Avlunun bir tarafında saray mutfaklarının uzun sıralı ocakları ve bacaları, diğer tarafında Has Ahırlar (İstabl-ı Âmire) ve Zülüflü Baltacılar Ocağı gibi yapılar yer alır. Osmanlı döneminde ikinci avlu, ceylanların ve tavus kuşlarının gezindiği bir bahçe olarak da tasvir edilmiştir. Üçüncü avlu (Enderun Avlusu), Babüssaade (Saadet Kapısı) ile girilen sultanın özel alanıdır. Bu bölümde padişahın tahta oturarak elçileri kabul ettiği Arz Odası, değerli eşyaların saklandığı Enderun Hazinesi (Fatih Köşkü) ve III. Ahmed Kütüphanesi gibi önemli yapılar bulunur. Üçüncü avlu aynı zamanda Enderun Mektebi'nin de merkeziydi; devşirme sisteminden gelen yetenekli gençler burada eğitim görerek devletin gelecekteki yöneticileri olarak yetişirdi. Harem dairesinin girişi de üçüncü avluya açılır ve burası padişah ailesinin mahrem yaşam alanını sarayın geri kalanından ayırır. Son olarak dördüncü avlu, sarayın en yüksek noktasındaki teras bahçeleri ve köşkleri içerir. Burada Lale Devri'nin izlerini taşıyan Revan Köşkü, Bağdat Köşkü (IV. Murad’ın fetih anısına yapılan zarif köşkler) ve İftariye Kameriyesi (sultanın iftar saatinde manzarayı seyrettiği mekan) gibi yapılar bulunur. Dördüncü avludan Haliç, Boğaz ve Marmara Denizi'ni bir arada gören panoramik manzaralar izlenebilir.
Topkapı Sarayı'nın mimarisi, yapıldığı dönemden itibaren farklı sultanların eklemeleriyle zenginleşmiştir. Sarayda klasik Osmanlı mimari üslubu hakim olsa da her köşkte ve dairede ayrı bir detay göze çarpar. Duvarları süsleyen İznik çinileri, ahşap kündekâri işleri, mermer sütunlar ve kubbelerdeki hat yazıları sarayın sanatla bezeli atmosferini oluşturur. İlginç şekilde, Osmanlı'nın en ünlü mimarı Mimar Sinan dahi Topkapı'da sadece bir bölümün tasarımında görev almıştır (16. yüzyıldaki bir tamirat sırasında saray mutfaklarını yeniden inşa etmiştir). Bu durum, Topkapı Sarayı'nın göz alıcı güzelliğinin büyük ölçüde planının sadeliğinden ve doğal çevresiyle uyumundan kaynaklandığını gösterir. Saray mutfakları örneğin, Edirne Sarayı'ndakiler örnek alınarak tasarlanmış ve 1574 yangınından sonra Sinan tarafından yenilenmiştir. Onlarca kubbeli çatısıyla dikkat çeken bu mutfaklar, imparatorluğun en büyük mutfak tesisleriydi; 800'e yakın personel ile günde yaklaşık 4 bin kişiye yemek pişirilirdi. Topkapı Sarayı'nın mimarisi genel hatlarıyla gösterişten ziyade fonksiyonelliği temsil etse de, iç mekanlarındaki ince işçilik ve sarayın Boğaz'a nazır konumu birleştiğinde ortaya gerçekten görkemli bir tablo çıkmaktadır.
Kültürel ve Tarihi Önem
Topkapı Sarayı, yaklaşık dört asır boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetim, eğitim ve kültür merkezi olmuştur. Devletin idare edildiği Dîvân toplantıları, padişahların kullandığı mühürler, fermanlar ve kararlarla buradan tüm imparatorluğa yayılırdı. Osmanlı padişahları, halife unvanını da taşıdıkları 16. yüzyıldan itibaren sarayı sadece siyasi değil, dini bir merkez olarak da gördüler. Bu nedenle Yavuz Sultan Selim'in 1517'de Mısır'dan getirttiği Mukaddes Emanetler, sarayda özel bir dairede itinayla muhafaza edildi. Hz. Muhammed'e ait Hırka-i Saadet (kutsal hırka), sakal-ı şerif, kutsal sancak, Halife Hz. Osman'ın Kuran'ı gibi pek çok emanet asırlardır burada korunmakta ve ziyaretçilere sergilenmektedir. Hırka-i Saadet Dairesi'nde, Osmanlı'dan günümüze kadar süregelen bir gelenekle, hafızlar 24 saat aralıksız Kur'an-ı Kerim okurlar; bu da sarayın ruhani atmosferini canlı tutar.
Harem dairesi sarayın kültürel öneminin bir diğer boyutudur. Kelime anlamı "Yasak, mahrem" olan Harem, padişahın annesi (Valide Sultan), eşleri, cariyeleri ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı, dış dünyadan tamamen izole edilmiş bir alandı. Burada saray kadınlarının günlük yaşamı, eğitimi ve protokolü kendi hiyerarşisi içinde şekillenirdi. Harem, dışarıdan gizemli ve merak uyandıran bir dünya olarak görülmüş, hakkında sayısız efsane ve hikâye üretilmiştir. Oysa Harem'in içinde de kendine has kurallar ve disiplin vardı; Valide Sultan Harem'in en yetkili ismi olup saray kadınlarını o yönetirdi. Kara Ağalar denen hadım edilmiş görevliler (Harem Ağaları) Harem'in güvenliğinden ve düzeninden sorumluydu. Harem'in Osmanlı kültüründeki yeri, sadece padişahın özel yaşamı ile sınırlı kalmamış, dönem dönem devlet yönetimine nüfuz edecek düzeyde etkili olmuştur (özellikle 17. yüzyıl Kadınlar Saltanatı döneminde Valide sultanlar ve favori eşler devlet işlerine yön verebilmiştir). Bugün Topkapı Sarayı'nı gezen ziyaretçiler, Harem dairesine adım attıklarında geçmişteki saray yaşamının ihtişamlı ama bir o kadar da disiplinli atmosferini hissetme şansı buluyorlar.
Topkapı Sarayı'nın tarih ve kültür mirası açısından önemi saymakla bitmez. Osmanlı devlet felsefesini, protokolünü ve günlük yaşamını anlamak için adeta bir açık hava müzesi gibidir. Sarayın koleksiyonlarında padişahların kaftanlarından tutun da el yazması kitaplara, minyatürlere, değerli mücevherlere kadar binlerce eser bulunmaktadır. Bu yönüyle Topkapı Sarayı, Osmanlı uygarlığının sanat ve zanaatkârlık becerisini de gözler önüne serer. Her yıl yerli ve yabancı onbinlerce öğrenci, tarih meraklısı ve turist sarayı ziyaret ederek Osmanlı'nın mirasına tanıklık etmektedir. Saray, konumu itibariyle de İstanbul'un siluetinin ayrılmaz bir parçasıdır: Tarihi Yarımada'nın uç noktasında
Ayasofya ve
Sultanahmet Camii ile birlikte yükselerek geçmişin görkemini bugünle buluşturur. Bu nedenle Topkapı Sarayı, sadece Osmanlı'nın değil, tüm insanlığın ortak mirası olarak korunmakta ve nesilden nesile aktarılmaktadır.
Az Bilinenler ve İlginç Detaylar
Topkapı Sarayı hakkında, ziyaretinizi daha da renkli hale getirecek pek çok ilginç detay ve az bilinen bilgi mevcut. İşte onlardan bazıları:
Topkapı isminin kökeni
Sarayın günümüzdeki adı olan "Topkapı", aslında başlangıçta kullanılmıyordu. Fatih döneminde "Yeni Saray" olarak anılan bu komplekse Topkapı adı, 18. yüzyılda sahildeki başka bir yapının yanmasından sonra verildi. Sultan I. Mahmud'un Sarayburnu sahilinde yaptırdığı ve önünde tören topları bulunan Topkapusu Sahil Sarayı, bir yangınla yok olunca, "Topkapı Sarayı" adı Sarayburnu'ndaki bu yeni saraya aktarılmış oldu. Yani bugünkü Topkapı Sarayı, ismini bir zamanlar yakınlarda bulunan ve artık var olmayan bir sahil sarayından almıştır.
Kaşıkçı Elması
Topkapı Sarayı Müzesi'nin en gözde hazinelerinden biri 86 karatlık devasa Kaşıkçı Elmasıdır. Etrafı 49 adet küçük elmasla çevrili bu nadide mücevherin isim hikayesi oldukça ilginçtir. Rivayete göre 17. yüzyıl sonlarında İstanbul'da bir adam çöplükte parlak bir taş bulur ve değerini bilmeden bir kaşıkçıya üç tahta kaşık karşılığında satar. Sonradan bunun paha biçilemez bir elmas olduğu anlaşılınca taş saraya, padişahın hazinesine kadar ulaşır. Gerçekten de bugünkü adı, bu efsaneye atfen "Kaşıkçı" (kaşık satan kişi) olarak anılagelmiştir. Dünyanın en büyük elmaslarından biri olan Kaşıkçı Elması, Topkapı Sarayı'nın Hazine dairesinde sergileniyor ve büyüleyici ışıltısıyla ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.
Topkapı Hançeri
Bir diğer ünlü hazine parçası ise Topkapı Hançeri'dir. 18. yüzyılda Sultan I. Mahmud tarafından İran hükümdarı Nadir Şah'a hediye edilmek üzere yaptırılan bu gösterişli hançer, üç büyük zümrüt taşla süslüdür. Hançerin kabzasındaki zümrüt kapak kaldırıldığında sürpriz bir şekilde küçük bir saat ortaya çıkar. Bu detay, Osmanlı kuyumcularının ince işçiliğini gözler önüne serer. Nadir Şah'ın ölümü üzerine hediye yarı yoldan geri getirilmiş ve hançer sarayın hazinesine iade edilmiştir. Bugün Topkapı Sarayı Müzesi'nde sergilenen Topkapı Hançeri, altın kını ve eşsiz zümrütleriyle dünyanın en değerli hançerleri arasında sayılır. Hatta 1964 yapımı "Topkapı" adlı Hollywood filmine de konu olarak ününü pekiştirmiştir.
Saray mutfakları ve günlük yaşam
Topkapı Sarayı'nın mutfakları, sadece yemek pişirilen yerler değil adeta birer fabrikanın parçasıydı. 2. avluda yer alan ve 20'den fazla kubbeli uzun bir yapı dizisi şeklindeki mutfaklarda, padişahtan saray halkına kadar herkes için yemek hazırlanırdı. Özellikle ziyafet günlerinde, düğün ve bayramlarda mutfakların yoğunluğu doruk noktasına ulaşırdı. Belgelere göre sarayın mutfak kadrosu yaklaşık 800 personelden oluşur, günlük olarak 4.000 kişiye yemek çıkarırdı. Menülerde envaiçeşit Osmanlı yemeği, tatlıları ve şerbetleri bulunurdu. Ayrıca mutfakların bir bölümü sarayın değerli Çin ve Japon porselenlerinin sergilendiği bir müze gibi işlev görür; günümüzde de porselen koleksiyonları burada ziyaret edilebilir.
Harem'in büyüklüğü ve düzeni
Sarayın en gizemli bölümü olan Harem, düşünülenin aksine tek bir büyük salon değil, 300'den fazla oda, avlu ve hamamlardan oluşan devasa bir komplekstir. Valide Sultan Dairesi, Haseki (gözde sultan) odaları, şehzade odaları, cariye koğuşları, hamamlar ve eğitim alanlarıyla Harem, küçük bir şehir gibiydi. Harem'de yaşayan kadın sayısı dönemine göre değişmekle birlikte, ortalama birkaç yüz kişiyi bulurdu. Cariyelerin eğitimi, müzik ve dans dersleri, dikiş-nakış atölyeleriyle burada sağlanır; yetenekli olanlar yükselerek padişahın yakın hizmetine girerdi. Sarayın güvenliği için Harem'in giriş çıkışları çok sıkı denetlenir, izinsiz kimse bu mahalle giremezdi. Bugün ziyaretçiler, Harem'in belirli bölümlerini gezerek Başhaseki odasının muhteşem çinilerini, Altınyol denilen altın yaldızlı tavanlı koridoru ve Valide Sultan'ın özel dairelerini görme imkânı buluyor. Harem'in büyüklüğü ve incelikli mimarisi, Osmanlı saray hayatının ihtişamlı yönlerini en çarpıcı biçimde yansıtan unsurlardandır.
Yatla Boğaz'dan Keşif
Tarihi yarımadanın denize uzanan burnunda, yüzyıllar boyunca imparatorluk kararlarının alındığı bir mekân yükselir: Topkapı Sarayı. Osmanlı'nın en uzun süre kullanılan yönetim merkezi olan bu yapı, hem siyasi hem de sembolik anlamda İstanbul'un kalbindeki yerini hâlâ korur. Ancak Topkapı Sarayı'nın yalnızca avlularından ya da surlarının arkasından ibaret olmadığını fark etmek için, ona bir de denizden bakmak gerekir. Bu yüzden İstanbul'da yat kiralamak, sadece Boğaz'da dolaşmak değil, bu sarayla tarihin başka bir yüzünü yakalamak anlamına gelir.
Sarayburnu açıklarından ilerleyen bir teknede güvertede oturduğunuzda, Topkapı Sarayı'nın kıyıya hakim görüntüsü gözünüzün önünde açılır. Yüksek duvarlarla çevrili yapılar, ağaçlar arasına saklanmış kubbeler ve dikkatle konumlandırılmış pencereler, bu yapının hem korunaklı hem görkemli karakterini yansıtır. Özellikle sabah ışığında sarayın taş yüzeyleri parıldarken, denizden yükselen bu manzara İstanbul'un geçmişine yapılan bir selam gibidir.
İstanbul'da günümüzde çok sayıda farklı tekneyle kısa süreli tur seçenekleri mevcut. Özellikle size özel bir rota çizmek istiyorsanız, saatlik olarak bir
yat kiralamanız, Topkapı Sarayı'nı suyun üzerinden gözlemleyebilmeniz için oldukça etkili bir tercihtir. Kalabalıkların peşinden gitmeden, kendi anınızı yaratabileceğiniz bu deneyim, görsel anlamda da ruhsal olarak da doyurucudur.
Sarayın Boğaz'a bakan tarafı, karadan bakıldığında çoğu zaman görünmeyen detaylara sahiptir. Surların denize açılan bölümü, eski liman izleri, arka bahçelerin düzeni ve sarayın Boğaz'a bakan eğimli topografyası, yalnızca suyun üzerinden bakıldığında fark edilir. İstanbul'da bu özel güzergâhı planlayanlar için yat kiralamayı tercih etmek, sadece bir gezi değil; tarihle baş başa kalınacak bir rota anlamına gelir.
Eğer bu manzaraya sadece uzaktan değil, adım adım yaklaşarak bakmak isterseniz, Boğaz'da kısa süreli de olsa bir yat kiralayarak bu büyüleyici yapı ile birebir temas kurabilirsiniz. O an teknenin güvertesinden yukarı doğru bakarken, Topkapı'nın yalnızca taşlardan değil, yüzyılların birikiminden oluştuğunu hissedersiniz.
Boğaz boyunca sıralanan camiler, saraylar, kuleler ve yalılar arasında Topkapı Sarayı'nın duruşu bir başkadır. Ne kendini göstermek ister, ne de saklanır; sadece oradadır. Ve İstanbul'u gerçekten hissetmek isteyen biri için, bu duruşu teknenin güvertesinden izlemek, sessiz ama derin bir etki bırakır.