Beylerbeyi Camii

Beylerbeyi Camii

Beylerbeyi Camii, İstanbul Boğazı'nın Anadolu Yakası'nda, kıyıya sıfır konumuyla ilk bakışta dikkat çeken bir selâtin camisidir.
18. yüzyıldan kalma bu zarif yapı, özellikle deniz kıyısındaki konumu ve estetik siluetiyle ünlüdür. Nitekim kimi kaynaklar Beylerbeyi Camii'ni İstanbul'daki yalı camileri (sahil kenarı camileri) arasında en göz alıcı örneklerden biri olarak niteler. Boğaziçi Köprüsü'nün (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) Anadolu ayağı yakınlarında yer alan cami, gerek karadan gerek denizden geçenlere Osmanlı'nın Boğaz'a bıraktığı tarihi mirası tüm güzelliğiyle sergilemektedir. İlk izlenimde, ince uzun iki minaresi ve geniş kubbesiyle Beylerbeyi Camii, sanki Boğaz'ın sularından yükselen bir silüet gibidir ve bu özelliğiyle pek çok ziyaretçinin ve geçen teknenin ilgisini çeker.

Beylerbeyi Camii'nin Tarihçesi

Beylerbeyi Camii, Osmanlı Padişahı I. Abdülhamid (1774–1789) tarafından 1777-1778 yıllarında inşa ettirilmiştir. Sultan Abdülhamid bu camiyi, annesi Rabia Sermi Sultan'ın anısına yaptırmış ve yapı 15 Ağustos 1778 tarihinde kılınan ilk cuma namazıyla ibadete açılmıştır. Camiye resmî olarak "Hamid-i Evvel Camii" (I. Abdülhamid'in Camii) adı verilmiş olsa da bulunduğu semt nedeniyle halk arasında zamanla Beylerbeyi Camii adıyla anılır olmuştur. Cami, inşa edildiği dönemde Osmanlı Devleti'nde devam eden Barok üslup akımının bir ürünü olarak şekillenmiş, mimarı büyük olasılıkla dönemin baş mimarı Mehmed Tahir Ağa idi. (Bazı kaynaklar mimarın kim olduğu konusunda net değildir; hatta bir görüşe göre projenin, Osmanlı saray mimarları arasında yer alan Edirneli Agop Ağa tarafından gerçekleştirilmiş olabileceği öne sürülmüştür.) Cami, İstavroz Sarayı adıyla bilinen eski bir sahilsarayın arazisinde inşa edilmiş olup, bu eski saray caminin yapımından kısa süre önce yıktırılmıştır. Bu sayede Beylerbeyi Camii, Osmanlı'nın son dönem selâtin yapıları için uygulanan yeni bir yaklaşımın örneği haline gelmiştir: Padişah, külliyenin bazı unsurlarını şehir merkezinde (örneğin medrese, sebil vb. Bahçekapı'da) inşa ettirirken, asıl camiyi Boğaz kıyısında konumlandırmıştır.

Camii inşa ettiren I. Abdülhamid'in ardından gelen III. Selim (1789–1807) ve II. Mahmud (1808–1839) dönemlerinde de Beylerbeyi Camii önemini korudu. Özellikle II. Mahmud, Boğaziçi kıyısındaki bu bölgeye yeniden büyük önem verdi ve camiyi daha sağlam ve görkemli hale getirmek üzere kapsamlı değişikliklere girişti. Cami, sürekli deniz suyu akıntılarının etkisinde kalan temeli yüzünden yapımından çok kısa bir süre sonra, 1810-1811 yıllarında II. Mahmud döneminde büyük bir tadilattan geçirildi. Bu tadilat sırasında caminin orijinal ahşap kubbesi ve tek minaresi değiştirilerek yerine iki adet simetrik minare eklendi; böylece yapı gerçek bir selâtin camii formuna kavuştu. Ayrıca, deniz tarafındaki son cemaat yeri (caminin giriş revakı) yeniden düzenlendi. Caminin güneyine bir muvakkithane (saat odası) inşa edilirken deniz kıyısında, iskele yanında dört cepheli görkemli bir çeşme yapıldı ve bu çeşme, Osmanlı geleneğinde "Her iskelede bir cami bir de çeşme" anlayışının bir yansımasıydı. Yine aynı tadilat döneminde, padişahın dinlenmesi ve ibadet vakitleri dışında vakit geçirmesi için caminin bitişiğine hünkâr dairesi (küçük bir padişah köşkü) eklenmiştir. Bu değişiklikler sayesinde Beylerbeyi Camii, bugünkü görünümünün büyük kısmını kazanmış; Barok temelli mimarisi içerisine Ampir (Empire) üslubunun izleri de dahil edilerek daha eklektik bir karaktere bürünmüştür.

19. yüzyıl boyunca Beylerbeyi Camii çeşitli onarım ve bakımlardan geçti. Özellikle 1894 depremi sırasında yapı ağır hasar görmüş ve sonraki yıllarda tamir edilmiştir. Osmanlı'nın son döneminde de cami ibadete açık kalmaya devam etmiş, Cumhuriyet'in ilanından sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yönetiminde aktif bir ibadethane olarak varlığını sürdürmüştür. 1960'lara gelindiğinde yıpranan cami, 1969 yılında kapsamlı bir restorasyondan geçirilerek güçlendirildi. Ancak 13 Mart 1983 tarihinde hemen bitişiğindeki Debreli İsmail Paşa Yalısı'nda çıkan büyük bir yangın camiyi de etkiledi; alevlerin sıcağıyla caminin ahşap kubbe bölümü zarar görerek kısmen çöktü. Neyse ki Vakıflar Genel Müdürlüğü hızla müdahale ederek camiyi tamir etti ve yalnızca birkaç ay sonra, 29 Mayıs 1983 tarihinde Beylerbeyi Camii yeniden ibadete açıldı. En son 2013 yılında başlatılan restorasyon çalışmalarıyla hem iç hem dış detaylar elden geçirilmiş, böylece bu tarihî eser günümüzde de güvenle kullanılmaya ve ziyaretçilerini ağırlamaya devam etmektedir.

Beylerbeyi Camii

Beylerbeyi Camii'nin Mimari Özellikleri

Beylerbeyi Camii, genel üslup olarak Geç Dönem Osmanlı Barok tarzını yansıtan bir yapıdır. Kesme taş ve mermer malzemeden inşa edilen cami, temel planı itibarıyla sekizgen kasnaklı tek kubbeli bir harime sahiptir. Ana kubbesi yaklaşık 14,5 metre çapındadır ve kubbeyi taşıyan kasnak, yapıya sağlamlık kazandırırken içeride ferah bir mekan hissi de oluşturur. Mihrabın bulunduğu arka cephe, dışarı doğru hafif çıkıntı yapan ve yarım kubbeyle örtülü bir mimariye sahiptir; bu sayede mihrab duvarı vurgulanarak iç mekânda estetik bir odak noktası yaratılmıştır. Ana giriş kapısı alışılageldik şekilde karada değil, doğrudan doğruya deniz cephesindedir; bu yönüyle Beylerbeyi Camii, klasik cami düzeninden farklı olarak yüzünü tamamen Boğaz'a dönmüş bir tasarım anlayışı sergiler. Nitekim İstanbul'da daha önce deniz kenarına cami yapılmış olsa da, Beylerbeyi Camii ilk defa ana cephesi denize bakacak biçimde tasarlanmış bir örnek olarak mimarlık tarihinde özel bir yere sahiptir. Deniz tarafındaki bu giriş günümüzde genellikle kullanılmasa da, kapının hemen önünde dönemin padişahının atına rahatça inip binmesi için yapılmış orijinal bir biniş taşı hâlâ durmaktadır. Son cemaat yeri olarak adlandırılan giriş revakına deniz tarafından on bir basamaklı bir merdivenle çıkılır; revakın bir ucu üzerinde küçük bir oda bulunur ki, bunun da görevli kayyum için düşünülmüş olabileceği belirtilmektedir.

Caminin dış cephe düzenlemesi, II. Mahmud dönemindeki eklemelerle birlikte simetrik ve görkemli bir görünüm kazanmıştır. Sahile bakan cephenin tam ortasında, geleneksel bir avlu yerine iki katlı geniş bir padişah köşkü (hünkâr kasrı) vardır. Bu bölüm, önceki dönem camilerinde görülen yan veya arkaya eklenmiş sultan mahfillerinin aksine, ana kütleyle entegre bir "Ön cephe konutu" gibidir ve hem caminin siluetine hem de işlevine yenilik katmıştır. Hünkâr kasrının alt katı dinlenme, üst katı ise ibadet esnasında padişahın camiyi görebileceği hünkâr mahfili olarak düzenlenmiştir. Camiye bitişik bu yapı, sonradan Dolmabahçe ve Ortaköy camileri gibi geç dönem eserlerde de uygulanan benzer tasarımların öncüsü olmuştur. Ayrıca camiyle birlikte inşa edilen veya sonradan eklenen müştemilat yapıları da genel mimari üslubu tamamlar niteliktedir: Hamam, sıbyan mektebi (çocuk okulu) ve çeşmeler I. Abdülhamid devrinde camiye kazandırılmışken; muvakkithane (güneş saatli saat evi) ve ilave bir çeşme II. Mahmud'un eklemelerindendir. Bu yapılardan mektep, ilk inşa edildiğinde son cemaat yerinin üstünde iken II. Mahmud'un mahfil ilavesi sırasında bugünkü yerine, caminin hemen yakınına taşınmıştır. Sade bir ahşap yapı olan sıbyan mektebi günümüzde halen ayaktadır ve orijinal halinden bazı kısımlar korunsa da zamanla çeşitli değişikliklere uğramıştır. Cami avlusundaki barok üsluptaki şadırvan ve rıhtım kenarındaki dört yüzlü mermer sebil çeşmesi, yapının tarihi kimliğini pekiştiren dış unsurlardandır.

Beylerbeyi Camii'nin iç mekânı, dönemin Batılılaşma etkilerini yansıtan süslemeler ile doludur. İçeride toplam 55 pencere bulunmaktadır ve duvar yüzeylerinde hem geleneksel Osmanlı çinileri hem de Avrupa kökenli seramik karolar birlikte kullanılarak hoş bir tezyinat oluşturulmuştur. Pandantifler ve kubbe içi kalem işleri, barok motiflerle bezenmiş olup, renkli süslemeler gün ışığıyla birleştiğinde mekâna canlılık katmaktadır. Kubbe kasnağı boyunca, meşhur hattat Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi'nin celî sülüs hattıyla yazdığı "Esmâ-i hüsnâ" (Allah'ın 99 ismi) kuşağı dolaşır; bu muhteşem yazı kuşağı 1945 yılındaki onarımda hattat Hacı Kamil Akdik (Hattat Halim) tarafından aslına uygun biçimde yenilenmiştir. Mihrab ve minber beyaz mermerden yapılmış olup oldukça sadedir, ancak mihrabı çevreleyen yarım kubbe ve köşelerdeki dekoratif sütunçeler iç mekâna hareket kazandırır. Hünkâr mahfili, caminin giriş cephesinde U şeklinde uzanan bir galeri üzerine kuruludur; bu galeri mermer sütunlarca taşınmakta olup sütun başlıkları dönemin klasik korint üslubunu andıran ince detaylar içerir. Özellikle hünkâr mahfilinin arka duvarında bulunan manzara resmi ise caminin belki de en ilginç sürprizlerindendir. 19. yüzyılda yapıldığı düşünülen bu natüralist yağlıboya tablo, Osmanlı camilerinde çok rastlanmayan bir şekilde, herhangi bir canlı figür içermeyen bir doğa manzarasıyla duvarı süslemektedir. Bu tablo, Batı sanatının Osmanlı ibadet mekânlarındaki etkisine güzel bir örnek teşkil ederken, camiye gelenleri de hayran bırakan bir detay olarak öne çıkar. Genel olarak Beylerbeyi Camii'nin mimarisi, Barok ile Ampir üslupların harmanı ve hem geleneksel hem modern unsurların bir arada bulunduğu eklektik karakteriyle dikkat çekmektedir. Bu sayede yapı, dönemin mimari dönüşümünü yansıtan canlı bir belge niteliğindedir.

Beylerbeyi Camii'nin Kültürel ve Sosyal Önemi

Beylerbeyi Camii, yapıldığı günden bu yana sadece mimarisiyle değil, kültürel ve sosyal rolüyle de önem taşıyan bir eser olmuştur. Öncelikle, bir selâtin camii olması hasebiyle Osmanlı padişahlarının ve saray mensuplarının özel ilgisine mazhar olmuştur. I. Abdülhamid döneminden itibaren cami, padişahın Boğaz kıyısındaki ziyaretleri ve ikametlerinde maiyyetine namaz kıldırdığı mekân olarak düşünüldü. Gerçekten de Boğaziçi'nde farklı noktalarda yazlık saraylar yaptıran Osmanlı sultanları, buralarda bulundukları süre içinde Cuma namazı ve bayram namazları gibi önemli ibadetleri eda etmek üzere yakındaki selâtin camilerine giderlerdi. Beylerbeyi Camii de özellikle II. Mahmud'un 1830'larda yaptırdığı eski Beylerbeyi Sarayı (Sarı Saray) ve sonrasında Sultan Abdülaziz'in 1860'larda inşa ettirdiği yeni Beylerbeyi Sarayı ile birlikte bu tür törenlerde merkezi bir role sahip oldu. Nitekim Sultan Abdülaziz, yeni sarayının açılışını 1865 yılında bizzat Beylerbeyi Camii'nde kılınan görkemli bir Cuma namazının ardından gerçekleştirmiştir. Bu olay, caminin devlet protokolündeki yerine dair çarpıcı bir örnektir. Cami, sadece padişaha mahsus hünkâr dairesiyle değil, halka açık alanlarıyla da Osmanlı döneminde mahallenin buluşma noktası işlevi görmüştür. Avlusundaki şadırvan ve sebil, çevre sakinlerinin hem ibadet öncesi hem sonrası bir araya geldikleri, su içip dinlendikleri sosyal alanlardı. Rivayete göre cami avlusunda bir sadaka taşı da bulunmaktaydı; varlıklı kişilerin geceleri bu taşın oyuklarına para bıraktığı, ihtiyaç sahiplerinin de gündüzleri kimseye görünmeden bu paralardan alarak ihtiyacını karşıladığı anlatılır. Bu gelenek, Beylerbeyi Camii özelinde Osmanlı toplumunun hayırseverlik anlayışını yansıtan güzel bir detaydır.

Cumhuriyet döneminde de Beylerbeyi Camii'nin manevi ve toplumsal önemi devam etmiştir. Cami, ibadethane vasfını koruyarak çevresindeki Müslüman cemaate hizmet vermeyi sürdürmüştür. Özellikle mahalle halkı için günlük beş vakit namazın yanı sıra Ramazan ve Kadir Gecesi gibi özel zamanlarda da cami merkezli etkinlikler düzenlenmiş, kandil gecelerinde minarelerine mahyalar asılarak Boğaz semalarını şenlendirmiştir. 1970'lerde ziyarete açılan Beylerbeyi Sarayı müze olarak turistleri çekerken, cami de sarayı gezmeye gelen ziyaretçilerin dikkatini çeken bir değer olmuştur. Yabancı turistler, Boğaz turları veya saray ziyaretleri esnasında kıyıda yükselen bu zarif camiyi fark edip fotoğraflamadan geçmezler. Birçok rehberli tur programında, Osmanlı'nın son dönem mimarisini temsil eden bu camiden bahsedilmekte; böylece Beylerbeyi Camii uluslararası ziyaretçilerin de ilgi alanına girmektedir. Cami hâlen aktif olduğundan, içine girip ziyaret etmek isteyenler için belirli saatler ve kurallar (örneğin ibadet saatleri dışında girmek, uygun giyim vb.) bulunmaktadır. Tüm bu yönleriyle Beylerbeyi Camii, yaşayan bir tarih olarak hem ibadet edenlere huzur veren hem de kültür meraklılarına geçmişten hikâyeler fısıldayan çok özel bir mekândır.

Beylerbeyi Camii Hakkında Az Bilinenler ve İlginç Detaylar

Beylerbeyi Camii hakkında, genel bilinenlerin ötesinde dikkat çekici bazı ayrıntılar da mevcuttur: Bunlardan ilki, caminin mimarî öncülüğüyle ilgilidir. Beylerbeyi Camii, Osmanlı'da Batı etkilerinin mimariye yoğun biçimde yansımaya başladığı bir dönemde inşa edilmiş ve gerek plan düzeni gerek süslemeleriyle sonraki camilere örnek teşkil etmiştir. Örneğin, hünkâr kasrının ön cephede konumlanması ve camiyle bütünleşmesi, daha sonra yaptırılan Dolmabahçe Camii (1855) ve Ortaköy Camii (1854) gibi sahil camilerinde de gördüğümüz bir uygulama olup bu fikir ilk defa Beylerbeyi'nde başarılı şekilde uygulanmıştır.

Bir diğer ilginç nokta, caminin ismi ve yaptıran sultanlar konusunda zaman zaman yaşanan karışıklıklardır. Cami ismen Beylerbeyi semtiyle anılsa da aslında kurucusu Sultan I. Abdülhamid dolayısıyla "Hamid-i Evvel Camii" adıyla da bilinir. Hatta bazı eski metinlerde ve kayıtlarda camiden bu adla bahsedildiği görülür. Ayrıca, caminin kitabesinde III. Selim'in tuğrasının bulunduğu, zira caminin inşası tamamlandığında tahta III. Selim'in çıkmış olduğu belirtilir. Bu durum, camiyi yaptıranın Abdülhamid olmasına karşın açılışının Selim dönemine denk gelmesinden kaynaklanır ve her iki sultan da caminin tarihçesinde anılır. Benzer şekilde, caminin büyük tamiratını yaptıran II. Mahmud ile sarayını burada inşa edip camiyi aktif kullanan Abdülaziz de bu yapıyla ilişkilendirilen diğer Osmanlı sultanlarıdır. Bu yüzden Beylerbeyi Camii'nin tarihinden bahsederken III. Selim, II. Mahmud ve Sultan Abdülaziz'in isimleri de anılır.

Caminin mimarî ayrıntılarında da az bilinen birçok incelik bulunur. Örneğin giriş merdivenindeki biniş taşı, günümüz ziyaretçilerinin çoğunun dikkatinden kaçsa da Osmanlı padişahlarının alaylarla camiye gelişinin bir nişanesi olarak orada durmaktadır. Yine caminin Beylerbeyi İskelesi tarafında, 1820'lerde eklenen muvakkithane duvarında bir güneş saati bulunduğu, bunun da dönemin vakit tayini için hayati önemde olduğu bilinmektedir. Cami haziresinde (avlu mezarlığında) veya yakın çevresinde devrin ileri gelen devlet adamlarına ait mezar taşları bulunur; üzerlerindeki hat sanatı ürünü yazılar ve motifler, meraklıları için adeta açık hava müzesi gibidir. Bunların yanı sıra caminin içindeki süslemelere ilişkin bir ayrıntı da, hünkâr mahfilindeki manzara resminin muhtemel ilham kaynağıdır: Bu resmin, Sultan Abdülaziz'in resim sanatı ve deniz sevgisiyle bilinen kişiliğiyle örtüşen bir eser olduğu düşünülür. Abdülaziz'in Avrupa seyahatlerinden ve deniz tutkusundan etkilenerek caminin özel bölümüne böyle bir resim koydurttuğu rivayet edilir.

Öte yandan, caminin inşasıyla ilgili arşiv belgelerini inceleyen tarihçiler, yapının masraflarının bir kısmının padişahın şahsi hazinesinden değil, annesi Rabia Sultan adına kurulmuş vakıftan karşılandığını ortaya koymuştur. Bu da caminin bir valide sultan hayratı boyutunun olduğunu gösterir. Son olarak, caminin bitişiğindeki tarihi Beylerbeyi Hamamı ve sıbyan mektebi binaları günümüze ulaşmış nadir yapılardandır; hamam uzun yıllar kullanılmasa da varlığı bilinmekte, mektep ise bir süre kütüphane ve lojman olarak değerlendirilmiştir. Tüm bu az bilinen detaylar, Beylerbeyi Camii'nin sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda tarih, sanat ve kültür açılarından zengin bir hazine olduğunu kanıtlar.

Beylerbeyi Camii'ni Yatla Boğaz'dan Keşfedin

İstanbul Boğazı'nın eşsiz atmosferinde özel bir tekneyle seyahat ederken, Beylerbeyi Camii'nin denize bakan cephesini izlemek, İstanbul'un tarihî zenginliğini deniz üzerinden deneyimlemenin en etkileyici yollarından biridir. Beyaz taşlarıyla suyun içinden yükseliyormuş gibi görünen bu zarif yapı, teknenin güvertesinden bakıldığında bambaşka bir ihtişam sergiler. Gündüz saatlerinde güneşin camiye vurduğu anlarda oluşan ışık oyunları, kubbe ve minare detaylarını daha da belirgin hale getirir.

Boğaz'da yat kiralamak, Beylerbeyi Camii gibi denize sıfır konumdaki tarihî yapıları en doğal perspektiften görmek isteyenler için en ideal seçenektir. Kalabalık turlara bağlı kalmadan, yalnızca size özel bir rota üzerinden ilerleyerek bu camiyi kendi zamanlamanızla izleyebilirsiniz. Üstelik fotoğraf çekmek, detaylara odaklanmak ve atmosferi hissetmek için daha fazla özgürlük sunar.

Özellikle şehir gürültüsünden uzaklaşıp huzurlu bir tekne gezisi yapmak isteyenler için Beylerbeyi Camii civarı harika bir duraktır. Mimarisini dışarıdan tüm hatlarıyla görebilmek, karadan mümkün olmayan bir ayrıcalıktır. Denizin ortasında salınırken, bu tarihî yapının Boğaz manzarasıyla birleşen siluetini seyretmek, şehri bir kez daha sevmek için yeterlidir.

Eğer sevdiklerinizle birlikte anlamlı ve sakin bir gün planlıyorsanız, yat kiralamanız size özel bir deneyim yaşatır. Camiye karşı demirlediğinizde zaman yavaşlar, manzaranın huzuru ruhunuza işler. Kısa bir çay molası ya da keyifli bir sohbet eşliğinde bu görünümün tadını çıkarabilirsiniz.

Tarihle manzarayı bir araya getiren bu özel noktayı ziyaret etmek isteyenler için yat kiralamayı tercih etmek, İstanbul'u sadece görmek değil, hissetmek anlamına gelir. Beylerbeyi Camii'nin detaylı işçiliğini ve mimari zarafetini Boğaz üzerinden izlemenin verdiği haz, bu şehirde yaşanabilecek en özel deneyimlerden biridir.

Yat kiralayarak sadece camiyi görmekle kalmaz, aynı zamanda güzel bir gün geçirmek için Boğaz'ın sunduğu eşsiz atmosferle baş başa kalırsınız. Kulelerin göğe uzandığı, kubbenin denize yansıdığı bu görüntü, İstanbul'un zamanla yarışan güzelliklerinden sadece biri ama belki de en sessiz ve huzurlu olanı.