İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasında, Üsküdar ilçesine bağlı Beylerbeyi semtinde bulunan Beylerbeyi Sarayı, konumuyla ve zarif mimarisiyle daha ilk bakışta dikkatleri üzerine çekiyor.
Sahilde, deniz kenarındaki rıhtımın hemen üzerinde kurulu olan bu görkemli yapı, Boğaz'ın sularına vuran beyaz mermer cephe süslemeleriyle ziyaretçilerini adeta geçmişe bir yolculuğa davet ediyor. Osmanlı döneminde bir yazlık saray (sayfiye sarayı) olarak inşa edilen Beylerbeyi Sarayı, tarihi dokusu ve Boğaz kıyısındaki eşsiz manzarası sayesinde İstanbul'un en özel köşelerinden biri haline gelmiştir. Günümüzde müze-saray (müze olarak düzenlenmiş saray) şeklinde ziyarete açık olan yapı, hem İstanbulluların hem de yabancı konukların tarihi atmosferde Boğaz'ın esintileri eşliğinde gezebilecekleri gözde bir uğrak noktasıdır. İlk defa tekneyle Boğaz'dan geçenler dahi, suya yansıyan siluetiyle Beylerbeyi Sarayı'nı daha içeri girmeden önce etkileyici ve akılda kalıcı bulurlar.
Beylerbeyi Sarayı'nın Tarihçesi
Beylerbeyi Sarayı'nın bulunduğu bölgede Bizans döneminde İstavroz Bahçeleri adıyla bilinen koruluklar vardı. Osmanlı döneminde de bu civarda farklı kasır ve köşkler (küçük saray yapıları) inşa edilmiştir. 19. yüzyılın başlarında Osmanlı Sultanı II. Mahmut, 1829 yılında burada ahşap bir sahil sarayı yaptırarak bölgeyi hanedanın yazlık mekânlarından biri haline getirdi. Dönemin en büyük sahilsaraylarından biri olan bu eski Beylerbeyi Sarayı; Mermer Köşk ve Sarı Köşk adında köşkler ile mabeyn ve harem daireleri, hamam, mutfak ve ahır gibi pek çok ek yapıyı bünyesinde barındırıyordu. Ancak 1851 yılında Sultan Abdülmecid bu ahşap sarayda konakladığı esnada büyük bir yangın çıktı ve yapı neredeyse tamamen kül oldu. Yangından sağ kurtulan Abdülmecid, bu olayı uğursuzluk sayarak sarayı terk etti; böylece eski saray harap halde yıllarca boş kaldı.
Tahta 1861 yılında geçen Sultan Abdülaziz, selefinin terk ettiği bu harap sahilsarayı tamamen yıktırarak yerine yangına dayanıklı kâgir (taş ve tuğladan) bir saray yaptırmaya karar verdi. Günümüzdeki yeni Beylerbeyi Sarayı'nın inşasına 6 Ağustos 1863'te başlandı ve yaklaşık bir buçuk yıl içinde tamamlandı; saray 21 Nisan 1865'te görkemli bir törenle resmen açıldı. Sarayın mimari projesi, dönemin ünlü Osmanlı mimarlarından Sarkis Balyan ile kardeşi Agop Balyan'a emanet edilmişti. Sultan Abdülaziz, Beylerbeyi Sarayı'nı özellikle bahar sonu ve yaz aylarında birincil ikametgâhı olarak kullanıyor; genellikle Nisan ayı sonunda Dolmabahçe Sarayı'ndan buraya geçerek yaz mevsimini Beylerbeyi'nde geçiriyordu. Aynı zamanda imparatorluğun ihtişamını göstermek amacıyla birçok yabancı devlet adamını bu sarayda ağırlamıştır. 1869 yılında Fransa İmparatoriçesi Eugénie (III. Napolyon'un eşi) İstanbul'u ziyaret ettiğinde Boğaz kıyısındaki ihtişamlı Beylerbeyi Sarayı'nda misafir edilmiş ve gördüklerinden o kadar etkilenmiştir ki saraydaki bir odanın penceresinin kopyasını Paris'teki Tuileries Sarayı'ndaki odasına yaptırmıştır. Bunun yanı sıra Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph, İran Şahı Nasıreddin ve Karadağ Prensi I. Nikola gibi dönemin önemli yabancı liderleri de sarayda ağırlanmış; Beylerbeyi, Osmanlı diplomatik temaslarında vitrin görevi üstlenerek uluslararası ün kazanmıştır.
Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde Beylerbeyi Sarayı çeşitli amaçlarla da kullanıldı. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) sırasında bir süre göçmenlerin yerleştirilmesi ve yaralı askerlerin tedavisi için tahsis edildi. 1909 yılında saray ünlü mimar Vedat Tek tarafından kapsamlı bir onarımdan geçirildi. II. Abdülhamid, 1909'da tahttan indirildikten sonra Selanik'te gözaltında tutulmaktayken, 1912'de patlak veren Balkan Savaşı sebebiyle İstanbul'a getirilerek hayatının son altı yılını (1912-1918) Beylerbeyi Sarayı'nda zorunlu ikamette geçirdi ve 10 Şubat 1918'de burada vefat etti. Osmanlı'nın sona ermesinin ardından saray bir müddet atıl kalsa da Türkiye Cumhuriyeti döneminde tekrar değer kazandı ve devlet konuk evi olarak kullanılmaya devam edildi. 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün davetlisi olarak İstanbul'a gelen İran Şahı Rıza Pehlevi bu sarayda konuk edilmiş, hatta 1936'da İstanbul'daki Balkan Oyunları Festivali sırasında Atatürk bir geceyi Beylerbeyi Sarayı'nda geçirmiştir.
1970'li yıllara gelindiğinde, Boğaziçi'nin ilk asma köprüsü olan 15 Temmuz Şehitler (eski adıyla Boğaziçi) Köprüsü, Beylerbeyi Sarayı'nın hemen arkasında inşa edildi ve 1973'te hizmete açıldı. Köprünün ayaklarından biri sarayın arka bahçesine denk gelmiş, ayrıca saray arazisinin bir kısmı karayolları tesisleri ve diğer kurumlara tahsis edilmiştir. Bu durum Beylerbeyi Sarayı kompleksinin tarihi bütünlüğünü bir miktar zedelemiş olsa da ana yapı ve temel unsurlar varlığını korumuştur. 1980'ler boyunca gerçekleştirilen kapsamlı restorasyonların ardından saray, 1985 yılında müze-saray statüsüyle ziyaretçilere açıldı. O tarihten bu yana Beylerbeyi Sarayı, hem müze olarak halka hizmet vermekte hem de Osmanlı'nın son dönemine ait saray yaşamını yansıtan tarihi bir mekân olarak korunmaktadır.
Beylerbeyi Sarayı'nı Yatla Keşfedin
Boğaz boyunca süzülürken Anadolu yakasının zarif yapıları arasında bir tanesi hemen dikkat çeker: Beylerbeyi Sarayı. Beyaz mermer cepheleri, suya uzanan köşkleri ve arkasında yükselen tarihi bahçeleriyle bu yapı, denizden bakıldığında daha da ihtişamlı görünür. Sarayın Boğaz'la kurduğu doğrudan ilişki, ancak deniz üzerinden bakıldığında tüm güzelliğiyle kavranabilir. Özellikle yat kiralama ile yapılan bir Boğaz turunda, Beylerbeyi Sarayı'nın kıyıya hakim duruşu ve siluetinin sulara yansıması, izleyenlere unutulmaz bir manzara sunar.
İstanbul'un kıyı şeridini farklı ve etkileyici bir açıdan görmek isteyenler için yat kiralamak sadece bir ulaşım tercihi değil, adeta bir bakış açısı değişikliğidir. Yat kiralayarak Boğaz'ın serin sularında süzülürken, şehrin karmaşasından uzakta tarihi yapılara deniz tarafından bakma fırsatı elde edersiniz. Beylerbeyi Sarayı'nın ayrıntılı cephe süslemeleri, zarif taş oymaları ve denizle kurduğu eşsiz bağ da ancak bu şekilde, açık sulardan seyredildiğinde bütünüyle fark edilebilir. Özel bir gün kutlaması yapıyor olun veya sadece sakin bir Boğaz gezisine çıkmak isteyin, yatla yapacağınız bu yolculuk sayesinde İstanbul'un tarihine yakından dokunan özel bir deneyim yaşayabilirsiniz. Sarayburnu'ndan başlayıp Boğaz'ın kıvrımlarını takip eden bir rotada ilerlerken Beylerbeyi'nin huzurlu görüntüsü eşliğinde şehre bambaşka bir gözle bakmak mümkün hale gelir.
Beylerbeyi Sarayı'nı denizden seyretmek, yalnızca dış cepheyi görmekten ibaret değildir; suya açılan kapıları, mermer rıhtımı ve deniz köşkleriyle birlikte bu saray, tam anlamıyla denizle okunabilen bir mimari hikâye anlatır. Kıyıdan geçerken fark edilemeyen birçok ince detay, Boğaz'ın maviliklerinden izlenirken gözler önüne serilir. İstanbul'u gerçekten anlamak ve hissetmek isteyenlere tavsiyemiz nettir: Boğaz'da bir yat kiralayın ve Beylerbeyi Sarayı'nın önünden süzülerek geçerken bu eşsiz yapının tarihi atmosferini ve estetik gücünü tüm duyularınızla deneyimleyin. Yatla yapılan bu keşif gezisi sadece bir tekne turu değil, aynı zamanda belleğinizde yer edecek unutulmaz bir İstanbul hatırası olarak sizlere geri dönecektir.